Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

3 Mart 2012

Kur'an-ı Kerim'in Konuları–5/ Bekir Akkaya

Önceden paylaştığım notlarıma devam etmek istiyorum.
            Şimdi sizlerle paylaşmak istediğim notlar 1979 yılında okuduğum Dr.H.H.Bilsel’in Kitabı “Allah Vardır”’dan alınma…
            “Allah Vardır” kitabından Kur’an-Kerim’le ilgili aldığım notlar şöyle…
            ------------
            KUR’AN-I KERİM
            Kuranı Kerim 114 süredir.
            Kuranı Kerimin Ayet Sayısı 6666’dır.
            Kuranı Kerimde 70389 kelime vardır.
            Kuranı Kerimde 321 586 tane harf vardır.
            --------------
            Kuranı Kerimde 6666 Ayetin
            200 tanesi Zekât hakkında.
            106 tanesi Sadakaya ait.
            100 tanesi Dua ve Niyaz.

Kitap Tavsiyeleri Üzerine /Bekir Akkaya

TAVSİYE EDİLEN YA DA OKUNAN KİTAPLAR ÜZERİNE
            İmam Hatip Yıllarında Tuttuğum Notları sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.
            Şimdi ise o yıllarda hocalarımız ve bizden büyük ağabeylerimizin bizlere tavsiye ettiği bazı kitaplardan söz etmek istiyorum.
            09.03.1977 yılında daha önceden sizlerle paylaştığım bir notla bu yazıya başlamak istiyorum.
            Samuel Smıles’in Kitapların Arkadaşlığı bölümünde “Kitap Okurken Uygulanacak Yol” diye üç tavsiyesi bulunuyor. Bunlar:
1.      Yeni çıkan bir kitabı bir yıl geçmedikçe okumayın.
2.      Ün yapmış kitaplardan başka kitaplardan okumayın.
3.      Yalnız hoşlandığınız kitaplardan okuyun.

Dolu Dolu Okumalarımız /Bekir AKKAYA


Bu yazı İmam Hatip Lisesinde okurken tutuğum notların dördüncüsü. Not Defterimden sayfa atlamadan 1977 yılında tuttuğum notları sizlere aynen aktarmaya devam ediyorum.
            “Mukaddes Çile “ Mustafa Necati Bursalı’nın 1977 yılında okuduğum kitaplarından birinin adıdır. İlgili kitaptan tuttuğum notlar şöyle.
            14 asır boyunca pek çok devlet kurulmasına ve gayri Müslim devletleri dahi asırlarca idare etmesine bakılırsa Kur’an kadar muvaffak olmuş başka bir kitap gösterilemez. Ne var ki kıymetli kitapların kıymetli okuyucuları lazımdır.
            *********
            Kıymetli orduların kıymetli mensupları bulunur.

Ayakla Vesikalık Fotoğraf /Bekir AKKAYA


           "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur."
            Üzerine toz kondurulmayan ve ima yolluda olsa eleştirilmeyen bu söz benim için son zamanların en önemli sözü haline geldi. Ben demiştim ki, "Sağlam kafa sağlam vücutta değil, sağlam bir inanca ya da düşünceye sahip beyinle mümkündür."
            Biri çıktı geçende "Bu kafaya sağlam bir beden gereklidir tabii ki. Sağlam vücut bu kafanın düşüncelerini dimdik durarak hayata geçirecektir. Düşünce ile davranış arasında uyum akort koordinasyon olmalıdır." Demiş ve devamla hızını alamayarak ""Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" veciz sözüyle inceden inceye alay etmiş. Bu veciz söz acaba hocayı neden rahatsız etmiş olabilir. Hoca sağlam vücutta sakat kafa mı taşımaktadır. Sakat vücutta sağlam kafası vardır da onun için mi bu veciz söz yanlışlanmıştır." İfadelerini kullanarak bir yerlere de güya mesaj vermeyi ihmal etmemiştir.
            Bu sözün bize ait olmadığını geçen yazımda özellikle vurgulamıştım ki, veciz sözü eleştirdi diye "veciz sözüyle inceden inceye alay etmiş. Bu veciz söz acaba hocayı neden rahatsız etmiş olabilir." Sözü de ortada kabak gibi kalmıştır.
            Şimdide inceden inceye tehditler ve tahrikler.
            İlgili yazıda  doğru olan tek bir cümle "benim sakat olduğumdur."  Bu nedenle de "Bu kafaya sağlam bir beden gereklidir tabii ki" denilerek, sakatların sağlam kafalarının olmadığı sonucuna varılmıştır.
            İddialı bir yazıda bu kadar sakat düşünce olabilir mi?
            Demek ki olabiliyor.
            Ve sakat olmanız sizin için bir eksiklik olarak görülebiliyor ya da gösterilebiliyor.
            Görme ve gösterme bilinçli bir bakışla mümkündür. Hatta bakmakla görmek arasında bir fark olduğu da kesindir.
            İlgili yazıdan benim çıkardığım sonuç şudur. Ben sakatsam kafam da sakattır. Dolayısıyla sakat bir kafadan sağlam bir düşünce oluşması mümkün değildir.
            Atalarımız " Kork kelden körden, topal da geliyor geriden." Buyurmuşlar. İyi ki de buyurmuşlar…Bizim öncülerimiz bu durumda "körler ve keller" oluyorlar. Yani daha doğrusu yalnız değiliz. Sakatlık varsa bunun kafada olması, kafanın sağlam olmasını gerektirmez. Hatta kafa sakatlığı düşüncenin sakatlığına daha fazla bir etkendir. Bizim ayak hiç olmazsa kafadan biraz uzakta…
            Geçmiş yıllarda kör bir arkadaşım vardı. Ben sakatlığımdan söz ettiğimde bana "bırak ayağını, amuda kalkarak fotoğraf mı çektiriyorsun?" demişti. Hakikaten öyle. Ben hiç ayağını havaya kaldırarak vesikalık fotoğraf çekildiğine şahit olmadım. O günden bu güne hep iyi ki gözüm kör değil diye şükrederim.
            Her ne kadar bedenimde özellikle de ayağımda bir bozukluk olsa da kafama yakın bir mıntıkada bir sakatlık olmaması hep beni teselli etmiştir. Düşünsenize kafamın bulunduğu ve beynime yakın bir bölgede sakat olma durumu beynimi çok fazla etkilerdi.
            En çok beyni etkileyen büyük ihtimal gözdür. Bir göz yine idare ederde, iki gözün bulanık görmesi görüntüyü tamamen farklı istikametlere çekebilir(!)
            Aslında bana yazılan yazıların sahibi belli değil. Yazılardaki tutarsızlıklar beni bir noktaya götürüyor. Acaba bu yazıları kaleme alan yazar beyin, bedensel bir sakatlığı olmasın?
            Belden aşağıda bir sakatlık olması yazıların kalitesini bu kadar düşürmez. Büyük ihtimal bu yazarın "bel ile boyun" arasında da bir koordinasyon bozukluğu yok. Kâhin olmasam da bu kadar isabetsiz atış ancak "yedi delikli tokmak" dediğimiz "baş=kafa" kısmında bir noksanlık var ki edebiyat dünyasına böyle çapsız yazılar çıkıyor.
            Benim kesin düşüncem yazarın görme bozukluğu olma ihtimali. Bu bana göre bir eksiklik değil, hatta bu tür bulantılı görenlere yardımcı olmak bizim vazifemizdir.
            En kısa zamanda bizim Başkan Faruk Teber'e müracaat ederek bu tür bulanık görenleri derneğimize üye yapması için yazı vermek, bacaktan topal ancak görme durumu olan bizim gibiler için en kutsal vazife olacaktır.
            Bu yazıda sanal reklam uygulaması yapılmıştır.
            Buluşmak ümidiyle.

ACABA BİZ İSTİSMARCIMIYIZ?/Dr.Cemalettin Yaktı


Kış Yalın tepesinden başlayan vadinin üst kısımlarını Kayabaşı tepelerini Kovanluca’nın üst kesimlerini, Yalamaç’ın kayabaşını kestiği yere kadar olan kısmını, Erüklüce’nin kaya dibi mahallesine kadar olan kısımlarını, Demürlüce’nin yukarı mahallelerini, Erecek’i soğukla buluşturan beyaz örtüsünü serdi. Yakacağı, alafı ve zahrası olanların haline diyecek yok… Beyaz örtüsünü çekinerek yaklaştırdığı, kalın bir kar tabakası oluşturmaya korktuğu şehir merkezinde ise kışın bu gelişi pek heyecan yaratmamış gibi. Bir heyecansızlık durumu, atalet durumu hâkim ki değme gitsin. Küresel olan krizin etkisinden desem yalan söylemiş olurum.
Kış bu sene denizden geldi. Yalın gibi Erzurum’la aynı zamanda karla buluşan yerler hariç Karadeniz’in kıyılarındaki yoğun yağışa içerlere doğru girdikçe rastlayamayacaksınız. Hele elekçi deresinin iki yanındaki hafif eğimli yüksekliklerin bazı yerlerine daha kar

TAŞRADA ÂLİM OLMAKAbdi Hoca [Abdurrahman Hilmi BİLİCİ] Örneği- /Ahmet Çapku


Abdi Hoca ismiyle anılan Abdurrahman Hilmi Bilici[1] hoca Ordu / Kumru civarında ilmi, şahsiyeti ve hizmetleriyle tebarüz etmiş, ahlakî duruşu ve dinî bilginin yetişen nesle kesintisiz bir şekilde aktarılması itibariyle mühim bir görev icra etmiştir. İncevelioğulları olarak bilinen ve içinde pek çok âlimin bulunduğu bir aileden gelen Abdi Hoca’nın babası Hasan efendi ve her biri âlim olan dedeleri -silsile halinde- Abdurrahman, Hasan ve Mustafa efendiler, saygın kişilerdir. Dört çocuklu bir ailenin çocuğu olan Abdi Hoca’nın nüfus kağıdındaki bilgiler şöyledir:

T.C. Nüfus kimlik no: 51. Seri no: 078458. Aile ismi, yani lâkap ve şöhreti: İncevelioğlu. Adı: Abdurrahman. Babasının adı: Hasan. Anasının adı: Hanife. Doğum yeri: Fizme-i Süflâ [Aşağı Fizme]. Doğum tarihi: 1279[2]/[1862-63]. Dini: İslâm. Mezhebi: Hanefi. Meslek ve içtimai vaziyeti. [boş, herhangi bir bilgi yok]. Medeni hali [*]: Evli. Boy: Orta. Göz: Ela. Renk: Buğday. Vücutça sakatlığı veya noksanlığı: Tam. Nüfus Kütüğüne Yazılı Olduğu Yeri. Vilayeti: Ordu. Kazası: Fatsa. Nahiyesi: Kumru. Mahalle veya köyü: Fizme-i Süflâ. Sokağı: [boş]. Hane no: 96. Cilt no: 32. Sahife no: 136. Ne suretle verildiği: Zayiden verildi. Bu nüfus cüzdanında adı ve hüviyeti yazılı olan Abdurrahman, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak nüfus kütüğünde kayıtlıdır. Bu cüzdan Fatsa nüfus idaresinden verilmiştir. 27. 9. [1]935. Mühür. İmza.

İlim Hayatı:      

Bir insanın ilme olan merakı doğuştan mıdır yoksa sonradan mı kazanılır tartışmasını bir yana bırakırsak ilim sevgisinin daha küçük yaşta Abdi Hoca’nın benliğinde yer ettiği görülür. Fakir bir ailenin çocuğu olarak tarlaya çift sürmeye gittiklerinde koltuğunun altında elif-bâ cüzü, elham cüzü eksik olmamıştır. Bir yerlere giderken ve mahalle içinde dolaşırken yakınları onu hep kitapla haşır neşir halde görmüştür. İlk tahsiline Findekse müftüsü Mustafa efendide başlayan Abdi Hoca,

KUMRU’DA İSRAİL’İ PROTESTO MİTİNGİ


10 Ocak Cumartesi Günü Kumru İlçesinde, İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımını protesto için bir araya gelen bir grup, İsrail aleyhinde slogan atıp tekbir getirdi
Kumru ilçesinde, WWW.KUMRU.TV, Kumru Girişim Grubu, bazı siyasi parti temsilcilerinin de bir araya geldiği mitingde, İsrail’in Müslüman topraklar üzerinde nasıl ve kimler tarafından kurulduğu anlatıldı.
Mitingi düzenleyen gezeteci İlhan Tinci, İsrail’in, Filistinlilere ve dolaylı olarak ta dünyadaki Müsülamanlara yönelik saldırılarının sebebini anlattı.
Daha sonra, mitinge katılan emekli imam

26 Ocak 2012

Selam Olsun/Ekrem Saygı

Bir yanımız yetim kaldı. Yoksul hayatımızı onaramadı hanımeli. Dualar edildi, şiirler okundu, türküler söylendi ve sonunda! Sistemin insafına terk edilmiş yazgılar gibi oldu. Öyle bir an geldi ki! Şiirlerle, türkülerle ve dualarla bilenmiş duygularımız köreldi. Sevgi dolu karşılıksız, anonim bakışlara ödünç verdiğimiz gözlerimizi bir daha geri alamadık. Kendi düşlerimizi başkalarının hayatın da görünce bildik hayatın acımasızlığını.


Bin dokuz yüz doksan – İki bin on bir. Bu süre içersinde kendimize bir yol çizdik. Arkadaşlıklar, dostluklar kurduk. İnciteni incitmemeye çalışarak, geri adım attık. İnsanlar birbirlerine şüphe içersinde bakarken, biz orta da durmayı yeğledik. İnsanlar soy, sülale, övgüleri söylemleri arasında boğuşurken, biz sessizce izledik olan biteni. “Nokta virgül çatışması” dedik. Ne anlamı olabilirdi ki bütün bunların… Aykırı düşüncelerin yanında olduk. Yirmi bir yıl aynı şehir, aynı cadde üzerinde aynı kaldırım taşlarına basarak tan yerinin ağarmasını bekledik beraberce. Sevdik, saydık, şiirler okuduk,

KUMRU DEVLET HASATNESİ VE KUMRU/FOTOĞRAF: BEKİR AKKAYA