Bu içerikler Bekir Akkaya tarafından oluşturulmaktadır .İçeriklerin izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur.

20 Ocak 2023

KUMRU’NUN TARİHİ MÖ. 4500 YILINA KADAR GİDİYOR /ÖZEL HABER

 HABERİMİZ SES GETİRDİ /Bekir AKKAYA Özel Haber

İş  Adamı İsmet ERÇAL,ORDU HABER GAZETESİ’nin Mart-1998 tarihli 8. Sayısında Bekir Akkaya’nın Özel röportajında  “KUMRU’NUN BİR MEDENİYETLER VE HAZİNELER ŞEHRİ OLDUĞUNU, KUMRU’DA  YERLEŞMENİN ÇOK ESKİLERE GİTTİĞİNİ” iddia ediyordu. Bu konuda araştırma yapmak için yetkililerden yardım talep ediyordu. Daha sonra aynı iddiaları başka yayın organlarında da sürdürdü.

Bu iddialar daha sonra Kültür Bakanlığı’nca dikkate alındı. 1999 yılında Ordu Müze Müdürü Sayın M. Yücel KUMANDAŞ  Kumru’ya gelerek İsmet ERÇAL’la görüşme yaptıktan sonra, Dr. Cemalettin YAKTI, Öğretmenevi Müdürü Bekir AKKAYA  ve Kumru Kütüphane Müdür Vekili Osman Kasımoğlu ile

birlikte bir ekip oluşturarak Kumru’nun Akçadere (Küşnefak), Ayvalı (Kömerik), Divani Kayabaşısı, Tekke ve Karaağaç gibi yerleşim birimlerini iki gün gezerek  önemli bulgular tespit ederek ilgililere iletilmek üzere bir rapor hazırlandı.

Nihayet geçtiğimiz ay, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Özsait başkanlığında bir bilim adamı ekibi, Kültür Bakanlığından bir temsilci ile Kumru’da ilk kez resmen tarihe ışık tutacak yüzey araştırmaları çalışmalarına başladı. Dr. Cemalettin Yaktı ve Öğretmenevi Müdürü  Bekir AKKAYA ekibe rehberlik ederek 10 gün Kumru’nun köyleri ve yaylaları adım adım tarandı. Ordu Müze Müdürümüz Sayın M. Yücel Kumandaş ve Kütüphane Müdür Vekilimiz Osman Kasımoğlu Çalışmalarda bizzat yer aldı. Kaymakamımız Sayın Mehmet SARICAN çalışmalara her türlü desteği vererek bilimsel çalışmaya maddi ve manevi katkıda bulundu. Ayrıca Sayın Belediye Başkanımız Adil KARAOĞLANOĞLU ekibin çalışmalarına her türlü kolaylığı sağlayarak, yardımlarını hiç esirgemedi.

Araştırmaların sonucunda Kumru ve çevresinde Helenistik ve Roma Çağı dönemlerine ait çok sayıda kalıntılara rastlandı. Ortaçağ ve Tunç Devrine ait yerleşim yerleri tespit edildi. Kumru’nun değişik köylerinde çok sayıda kaya mezarı ve insan eli ile yapılmış mağaralar incelendi ve kayda geçirildi. Birçok Tümülüs keşfedilirken, Yerleşmelerin MÖ. 4500 yıllarına kadar gittiği bilimsel olarak belgelendi. Elde edilen bulgular bir tutanakla Ordu Müze Müdürlüğüne teslim edildi.

                 Bilimsel araştırmaya basının da ilgisi büyüktü. Araştırmaları Türkiye Gazetesi  okuyucularına “KUMRU’DAN TARİH ÇIKTI” başlığı ile duyurdu. Ayrıca gazete Kumru’da yerleşme MÖ. 3-4  bin yıl öncesine kadar gidiyor diye yazdı. Yeni Şafak Gazetesi çalışmaları “ORDUDA ARKEOLOJİK TETKİK” başlığı ile verdi.

Bu arada Kumru Düzoba Yaylası- Kurtalan Mevkiindeki DİLEK TAŞI yerinde incelendi. Taşın bulunduğu alanda yerleşmenin çok eskilere dayandığı ve efsanenin gerçeğe yakın olduğu tespit edildi. Özellikle Efsananin  Fizme ile bağlantısı dikkat çekti. Fizmede yerleşme MÖ. 4500 yıllarına kadar dayandığı bu çalışmada tespit edilmişti.

Bu yılki çalışmalarını tamamlayan bilim adamı ekibi, bu çalışmaların ileriki yıllarda da sürdürüleceğini ifade ettiler.

         Bekir AKKAYA / Ağustos-2000- ORDU HABER GAZETESİ

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

KUMRU’NUN TARİHİ MÖ. 4500 YILINA KADAR GİDİYOR /ÖZEL HABER

 HABERİMİZ SES GETİRDİ /Bekir AKKAYA Özel Haber

İş  Adamı İsmet ERÇAL,ORDU HABER GAZETESİ’nin Mart-1998 tarihli 8. Sayısında Bekir Akkaya’nın Özel röportajında  “KUMRU’NUN BİR MEDENİYETLER VE HAZİNELER ŞEHRİ OLDUĞUNU, KUMRU’DA  YERLEŞMENİN ÇOK ESKİLERE GİTTİĞİNİ” iddia ediyordu. Bu konuda araştırma yapmak için yetkililerden yardım talep ediyordu. Daha sonra aynı iddiaları başka yayın organlarında da sürdürdü.

Bu iddialar daha sonra Kültür Bakanlığı’nca dikkate alındı. 1999 yılında Ordu Müze Müdürü Sayın M. Yücel KUMANDAŞ  Kumru’ya gelerek İsmet ERÇAL’la görüşme yaptıktan sonra, Dr. Cemalettin YAKTI, Öğretmenevi Müdürü Bekir AKKAYA  ve Kumru Kütüphane Müdür Vekili Osman Kasımoğlu ile

İyi ki Patakonya'da değilim/Bekir AKKAYA

İnsanın başına bir sıkıntı gelmeyince bulunduğu şartların kıymetini bilemez. Hastalık gelmeyince sağlığın kıymeti, ihtiyarlık gelmeyince gençliğin kıymetinin bilinmemesi gibi.

         Günümüzde internet denilen bilgi avı ile çok uzaktaki insanlarla tanışma imkanınız da var. Çet denilen bu yolla ben de bir çok kişilerle tanışma fırsatı buluyorum. Birbirlerimizle karşılıklı konuştuğumuzun yanında mesaj alış verişi de yapa biliyoruz. Daha doğrusu her şey paylaşılabiliyor bu yolla. Hatta bu yolla tanışıp evlenenler bile olduğunu duyuyoruz.

         Geçenlerde bu yolla konuşurken Türkçe’yi çok iyi bilen patagonyalı bir vatandaşla tanıştım. Uzun konuşmalarımız sonunda onunla dost olduk. O bana ben ona her konuda merak ettiklerimizi

sorar öğreniriz. Benim konuşmalarımdan çok fazla etkilendi. Bunun üzerine ülkemi sordu. Ben de ona dilimin döndüğü kadar anlattım. Bundan çok etkilendi. En kısa zamanda turist olarak ülkemize geleceğini ifade etti.

Bende kendisine Patagonyayı nasıl bir yerde yaşadığını sordum. Anlattıklarına inanasım gelmedi doğrusu.

         Çet arkadaşımın verdiği bilgiye göre Patagonya, Bermuda Üçgen Şeytanın yakınlarında, Atlantis denilen bölgenin güneyinde bir devletcikmiş. Söylediğine göre bir nevi aşiret yönetimi ile kral ve padişahlığın uzantısı bir sistemle yönetilirmiş. Burada halk yönetenler ve yönetilenler diye ikiye ayrılırmış. İdare edenler bu gücü doğuştan almış olarak dünyaya gelirmiş. Yöneten olmak için soy kütüğünde mutlaka adının geçmesi gerekirmiş. Ben arkadaşıma sen hangi sınıftansın dedim. O da bana yönetilenler sınıfından olduğunu söyledi. Ben daha fazla konuşmayarak konuyu kapattım.

    Bekir AKKAYA /01.01.2000 /Karadeniz Haber Postası Gazetesi

            

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

İyi ki Patakonya'da değilim/Bekir AKKAYA

İnsanın başına bir sıkıntı gelmeyince bulunduğu şartların kıymetini bilemez. Hastalık gelmeyince sağlığın kıymeti, ihtiyarlık gelmeyince gençliğin kıymetinin bilinmemesi gibi.

         Günümüzde internet denilen bilgi avı ile çok uzaktaki insanlarla tanışma imkanınız da var. Çet denilen bu yolla ben de bir çok kişilerle tanışma fırsatı buluyorum. Birbirlerimizle karşılıklı konuştuğumuzun yanında mesaj alış verişi de yapa biliyoruz. Daha doğrusu her şey paylaşılabiliyor bu yolla. Hatta bu yolla tanışıp evlenenler bile olduğunu duyuyoruz.

         Geçenlerde bu yolla konuşurken Türkçe’yi çok iyi bilen patagonyalı bir vatandaşla tanıştım. Uzun konuşmalarımız sonunda onunla dost olduk. O bana ben ona her konuda merak ettiklerimizi

İlke mi İlkel mi? /Bekir AKKAYA

İlke kelimesinin lugatlarda bir çok anlamı vardır. Hayat Büyük Türk sözlüğü’nde İlke; temel düşünce, temel bilgi, prensip, olarak açıklanmıştır. Hemen altındaki madde de ise “İlkel” olup bununda anlamı; Bir şeyin ilk haline ait olan, İlk çağlarla alakalı, basit, iptidai’dir. Meydan Larousse’nin 9. cildinde İlke; Yargılamanın dayandığı temel önerme, temel inanç, düşünce, davranış, ahlak kuralları, en önemli hakikatler, açıkça ortaya konmuş olan ve uygulanması gereken kurallar, ahlakın ilkeleri, çelişmezlik olarak açıklanmaktadır.

İlke ve ilkel kelimeleri lugatlarda alt alta yazılsa da bir birlerinden çok farklı kelimelerdir. Bu kelimelerle insan tanımlanırsa ilkeli insan ve ilkel insan olarak ortaya çıkar. Bu durumda bu iki insan birbirlerine çok uzak bir mesafededir.

Mesela ilkel insan ilkeli insan olamaz. Çünkü ilkel insan basit ve iptidai bir varlıktır. Hiçbir konuda ilkesi ve prensipleri yoktur. Anlık hareket eder. O andaki menfaatine hangi şekil uygun geliyorsa öyle davranır. Eğer ilke ve ilkelin ne anlama geldiğini daha

önceden bilmiyorsanız muhatap olduğunuz ilkel insanlardan çekeceğiniz vardır.

İlkeli insana inat ilkel insan hiçbir ahlak kuralı ile uyuşmaz. Hiçbir renkle de sınır tanımaz. Bazen kırmızı, bazen yeşil bazen de alacadır. Çoğu kez de kendi ilkelliğini başkasında görür. Bakış açısı yamuk olduğu için sadece karşısındakini değil, bütün kainatı yamuk görür. İlkel bir şekilde çevresine saldırır. Aciz ve basit ruhlu olduğundan sınır da tanımaz.

İlkel insan, ilkeli insana inat haset, fesat ve kıskançtır. Çevresine atamayacağı hiçbir iftira çeşidi yoktur. Beceriksizliğini, yeteneksizliğini ve zayıflığını  bu yolla örtmeye çalışır. Her şeyi kendine hak görür. Her şeyin en güzeline o layıktır. Bir asalak sürüngen gibi  çarpmaya çalışır, ya çarpar ya da çarpılır.

İlkel insan ilkeli insana inat son derece nankördür. Yer içer, eder de gider. Yüzsüzlük ve ilkesizlik onun için prensip haline gelmiştir.

Zayıf hissettiğine aslan kesilen ilkel insan, güçlü gördüğüne yapamayacağı yalakalık sınır tanımaz. Dün küfrettiğine, bugün sarılabilir. Dün size kötülediğini bugün methü sena edebilir. Bu istikrarsızlıktan da hep yalnız kalır. Yalnızlaştıkça da sağa sola saldırır. Bu saldırılar güçlü birine denk gelinceye kadar devam eder.

Kelime ve kavramlar aslına uygun ve uygun yerde kullanılırsa  anlam ifade eder. Yoksa havada kalır. Hiçbir ilkesi olmayan, hiçbir ahlak kuralı tanımayan birilerinin ilgili kavramları kullanması ilkesizliğinde ötesinde suç işlenildiğinin de belirtisidir. Bu kendi kendini ele vermek, ilkelliğinde belgesi haline gelir.

İlkel insan, İki satır yazı yazar, 30 yerden çalar ve altına adını yazar. Hayatı hep ilkesizliklerle doludur. İlkesizlerle iş birliği içinde kendi kendini tatmin edilmeye çalışır. Çarpmak için tenekecilik yapar çarpılır. Memurluk yapar çarpılır. Onun için çarpmanın ve çarpılmanın sınırı olmaz. Eline geçen her işe bir menfaat temin etmek için yaklaşır. Para hırsından yapamayacağı, satamayacağı hiçbir değer yoktur. Yıllarca ilkesizleri hak etmediklerini verdikleri savunur durur.. Zaten ilkel insan kimi savunursa o da batar. Kendisinin de batması muktedirdir.  . Yaptıklarından bazen kanun önünde, bazen de ilkeli insanlarca yargılanır.

İlkel insan ilkeli insana inat yazdıklarına ve söylediklerine bile sahip çıkamaz. Sıkıştığında parmakla işaret ederek başkalarını güya karalamaya çalışır. Güya kendini kurtarır. 2500 dolar alamadım ya da çarpamadım diye her iftirayı atmaktan çekinmez. Sanki perde arkasını kimse bilmiyor. Gözlerinin yumulu oluşu, ferasetinin eksikliğindendir. Yoksa bu ilkelliğe bir de feraset olsa vay halimize.

Bu yazılar ilkel insanlara bir yol göstermek amacıyla yazılmış olup, ilkelliğin de bir ilkesi olabileceğini hatırlatmak amacıyla kaleme alınmıştır. Biz böyle devam etmek istiyoruz diyorlarsa bizlere tirübünlere çıkıp kahve içip onları seyretmek düşer. Hırslarınız, kinleriniz ve fesatlıklarınız daim olsun.

Birilerine bir hatırlatma; güz gülleri ya da kumru kuşu artık uzaklarda. Baba da Çankaya da değil artık. Daha önceki numaraları şimdi de yaparken biraz dikkat edilmesini, aksi takdirde geçen kabuslu günlerin tekrar yaşanabileceğini hatırlatmak isteriz. Bizden söylemesi... Gerisi sana kalmış...

Bekir AKKAYA / 15.05.2002 /KARADENİZ HABER POSTASI GAZETESİ

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

İlke mi İlkel mi? /Bekir AKKAYA

İlke kelimesinin lugatlarda bir çok anlamı vardır. Hayat Büyük Türk sözlüğü’nde İlke; temel düşünce, temel bilgi, prensip, olarak açıklanmıştır. Hemen altındaki madde de ise “İlkel” olup bununda anlamı; Bir şeyin ilk haline ait olan, İlk çağlarla alakalı, basit, iptidai’dir. Meydan Larousse’nin 9. cildinde İlke; Yargılamanın dayandığı temel önerme, temel inanç, düşünce, davranış, ahlak kuralları, en önemli hakikatler, açıkça ortaya konmuş olan ve uygulanması gereken kurallar, ahlakın ilkeleri, çelişmezlik olarak açıklanmaktadır.

İlke ve ilkel kelimeleri lugatlarda alt alta yazılsa da bir birlerinden çok farklı kelimelerdir. Bu kelimelerle insan tanımlanırsa ilkeli insan ve ilkel insan olarak ortaya çıkar. Bu durumda bu iki insan birbirlerine çok uzak bir mesafededir.

Mesela ilkel insan ilkeli insan olamaz. Çünkü ilkel insan basit ve iptidai bir varlıktır. Hiçbir konuda ilkesi ve prensipleri yoktur. Anlık hareket eder. O andaki menfaatine hangi şekil uygun geliyorsa öyle davranır. Eğer ilke ve ilkelin ne anlama geldiğini daha

Güçlü ve Zayıf İnsan / Bekir AKKAYA

Dünya kurulduğundan bu yana, güçlü insan tanımlaması çok değişiklik göstermiştir.  Daha çok vurup kıran, iri yapılı insanlar güçlü olarak tanımlanmıştır. Bunun yanında para ve sermaye sahipleri de hep güçlü olarak gösterilmiştir. Bu gün dahi sermaye güç olarak gösterilse de, korku, endişe ve güvensizliğin bulunduğu yerde güçten söz etmek doğru değildir. Güç gösterisi olarak lanse edilen değerler aslında, yok olma sıkıntısını da beraberine bulundurur. Bu değerlere sahip olanlar ellerindeki güç faktörlerini kaybetme telaşı içersindedirler.

         Günümüzde modern psikoloji, güçlü ve zayıf insanları farklı bir şekilde tanımlar. Bu ise insan bilincinin gelişimi ile doğrudan ilgilidir.  İnsan bilinci Ken Keyes’ göre yedi basamaktır. Her ne kadar insan bilincinin bulunduğu noktalar , kişiye göre değişse de, yapılan her basamak bireyin bulunduğu yeri de çok az yanılma ile belirler. Ken Keyes’e göre, bilinç merkezleri ya da insanların bulunduğu noktalar üç düşük merkez ve dört yüksek bilinç merkezleridir.  Düşük merkezler; 1. Güvenlik Merkezi, 2. Duygu merkezi, 3. Güç merkezi.  Yüksek bilinç merkezleri; 1. Sevgi Merkezi, 2. Bolluk Merkezi, 3. Bilinçli Farkındalık, 4. Kozmik Bilinç merkezleridir.

         Bu basamakları aşağıdan yukarı olarak düşünürsek, altta olan üç merkezdeki kişilerin özellikleri güçsüz oldukları görülür. 

Kumru'yu Sevmek /Bekir AKKAYA

Erıch Fromm “ sevmek vermektir” diyor. Karşılık beklemeden vermek, verebilmek. Almayı herkes gerçekleştirebilir. Vermek öylemi? Sevmek; hissetmek, paylaşmak, dert edinmektir. Verme eylemini gerçekleştiremeyen hiç kimse sevemez de.

         Hakikaten sizler Kumrulu idiniz değil mi? Zannedersem Kumru’yu da çok seviyorsunuzdur. Kumru’da devlet görevlerini yerine getiren ve Kumru’yu çiftlik görenler de Kumru’yu çok seviyorlarmış. Verme, dert edinme eylemi olmayınca sevenlerimiz de çok fazla oluyor.

         Üç beş kuruş para kazanmak için zorunlu olarak gurbet ellere düşmüşlere Allah yardımcı olsun. Bu durumda olanlarımıza tek söz söylemek mümkün değil. Ancak, Bulundukları yerlerde

krallar gibi yaşayıp, Kumru veya Ordulular hayrına hiçbir faydalı işte görünmeyen beylere, beyefendilere çok sözümüz var. Bir menfaat gördüklerinde hemşehriliği de kimselere kaptırmayan Kumru severlere bizim sözümüz.

         Bir dostum “ Kumruyu sevenler üç kısma ayrılır” diyordu. Bunlar, RUHUL KUMRU, VİJDANÜL KUMRU VE CÜZDANÜL KUMRU. 1. Ruhul Kumru; gönülden severek, gerçek manada, hiçbir menfaat gözetmeden Kumrulu olmak. 2. Vijdanül Kumru, Sevmediği halde zorunlu olarak Kumrulu olmak.  3. Cüzdanül Kumru, kendisinin bir çıkarı veya geliri varsa o anda Kumrulu olmak. Normal şartlarda her birimiz bu üç kısımdan biri ile memleketliyiz. Ordulu, Fatsalı veya Ünyeliyiz.

         Asıl olan gönülden Kumrulu olmak. Asıl olan yapma gücü olup ta bir şeyler yapa bilmek. Yoksa lafla peynir gemisi yürümüyor.

         Nihayet yaz ayları geldi. Yolların çamursuz olduğunu bildiğiniz için hiç arayıp sormadığınız hısım akrabalarınızı anmaya başladınız bile. Hiç olmazsa  boyalı iskarpinlerinizle ve mercedeslerinizle mahallemize uğrarsanız, arabamın altı yere değdi diye akıl vermeye kalkışmayın. Bizde biliyoruz bazı işleri. Sizlere karşı suskunluklarımız, bizim nezaketimizdendir.

         Bulundukları yerlerde hiçbir menfaat gözetmeden dernek ve vakıf çalışmalarında fedakarca hizmet edenleri kutluyorum. Gücü yettiğince bir Orduluya kucak açarak yardımcı olanları kutluyorum. Gurbet ellerde, kimsesizlik çekenleri sık sık ziyaret edenleri, onların gönüllerini alanları kutluyorum.

         Sevmek vermektir. Gelin hep birlikte, derneklerimizi kuralım. Kurultaylar düzenleyelim. Memleketimizin problemlerini tartışalım, çözüm bulalım. Çıkarını hesap etmeden yapılan faaliyetlere katkıda bulunalım.

         Ben aslında memleketten havadisler yazayım istiyordum. Kumru – Fatsa arasının köstebek yuvasına döndüğünü, göçmelerle yolun sürekli daraldığını haber olarak yazmak iyi haber değil diye yazmak istemedim. Köy yollarında hiçbir değişikliğin olmadığını, çamurlarla mücadeleye devam ettiğimizi yazamazdım. Sudan bahanelerle komşular ve akrabalar arasında sürekli kavgalar çıktığını öğrenmek kime fayda sağlar.

         Gazetemizin önceki sayısında çıkan yazımız ciddiye alınmış. Oysa o yazı da sadece ünlem eksikti. Kumru’ya gelmeden önce yazıyı bir daha gözden geçirip, yazılanların tersini düşünün. Yoksa hayal kırıklığına uğrarsınız. Bizden söylemesi.

 

                                                                                     02.05.2000

                                                                                     Bekir AKKAYA

            

.................... © Bekir Akkaya Blogspot Copyright 1999 ©.............

Kumru'yu Sevmek /Bekir AKKAYA

Erıch Fromm “ sevmek vermektir” diyor. Karşılık beklemeden vermek, verebilmek. Almayı herkes gerçekleştirebilir. Vermek öylemi? Sevmek; hissetmek, paylaşmak, dert edinmektir. Verme eylemini gerçekleştiremeyen hiç kimse sevemez de.

         Hakikaten sizler Kumrulu idiniz değil mi? Zannedersem Kumru’yu da çok seviyorsunuzdur. Kumru’da devlet görevlerini yerine getiren ve Kumru’yu çiftlik görenler de Kumru’yu çok seviyorlarmış. Verme, dert edinme eylemi olmayınca sevenlerimiz de çok fazla oluyor.

         Üç beş kuruş para kazanmak için zorunlu olarak gurbet ellere düşmüşlere Allah yardımcı olsun. Bu durumda olanlarımıza tek söz söylemek mümkün değil. Ancak, Bulundukları yerlerde