Nasrettin Hoca bir gün sarp bir dağ yolundan giderken, derin bir uçurumun kenarına gelir. Bir anda eşeğin ayağı kayar. Aman demeye kalmaz, eşek uçurumdan uçar. Eşeğin hızla uçtuğunu ve sonunda da parçalandığını gören Hoca :
- Bizim eşek uçmasını öğrenmiş amma konmasını öğrenememiş!.. der.
- Bizim eşek uçmasını öğrenmiş amma konmasını öğrenememiş!.. der.
Böyle bir eşek vakasının olup olmadığını bilmiyorum. Yalandan yere de bu fıkranın gerçek olduğuna da şahitlik yapamam. Uçma deyince “Gazuçarda laz uçmaz mı?” diyenlerin yok olduğunu da söylemek mümkün değil. Dolayısıyla, uçanlar ve konanlar olduğu gibi, bir ara uçtuğunu zannederek konma becerilerinin olmadığını ve parçalanma hadiselerinin sıkça rastlanıldığını da söylemek mümkündür.
Olayın ne derece doğru olup olmadığını bilmiyorum. Bir dostum anlatmıştı da o günlerde pek aklım ermemişti. Oğlan babasının gece ve gündüz demeden ibadet ettiğini görünce muziplik olsun diye evin çatı katına (biz tavan deriz) çıkıp “Ya Ahmet! Vaktin geldi Uç!” diye nida eder. Adamcağız cahilce yaptığı ibadetlerin sonunda hep uçacağını aklına koymuştur. Gözlerini yumup, sesi duymamaya çalışır. Kendini yoklar, bu durumda kulak çınlaması olabileceğini düşünür. Bir kaç kez derinden gelen sesin gerçek bir ses olduğuna inanıp gecenin sessizliğinde pencerenin kenarına gidip, elini kolunu sallamaya başlar. Sesin “Vaktin geldi Uç!” ısrarı üzerine ellerini açarak kendini pencereden aşağıya salar.
Adamcağız uçmayı becerdiyse de konmayı beceremediğinden, evin altındaki kazıklara çakılır.
Büyüklerimiz “Acemi ördek göle arkasından (g) dalar” derken, belki de uçmayı başarıp, konmasını beceremeyenleri sözkonusu etmişlerdir. Kimbilir “Ayağını yorganına göre uzat” Sözünün belki de özü yine aynı kapıya çıkıyor.
Büyüklerimiz “Acemi ördek göle arkasından (g) dalar” derken, belki de uçmayı başarıp, konmasını beceremeyenleri sözkonusu etmişlerdir. Kimbilir “Ayağını yorganına göre uzat” Sözünün belki de özü yine aynı kapıya çıkıyor.
Uçma ve konma kelimelerini, sadece kanata indirmek haksızlık olur. Konmasını bilememe hep parçalanma ile de sonuçlanmaz. Bir yoruma göre ölüm, acıların ve sıkıntıların da bitişidir. Bana göre uçma ve konma fiilinde en kötü sonuç sürünmedir. Bu durumu da hiçbir zaman gözden uzak tutmamak gerekir. Yani uçarken konmayı hesaplayarak hareket etmek en güvenilir bir durumdur.
Çıkma ve inme kelimeleri ile yükselme ve düşme kelimelerinin anlamları çoğu yerde uçma ve konma kelimelerine karşılık gelir. Parçalanma ile çarpma kelimesi de acemi ördeğin göle dalması sonucunda anlam kazanır. Bir fiilin etken mi edilgen mi olduğunu çevremizdeki acemilere bakarak anlama imkanımız var. Ya da kendimizi “Ettik mi, edildik mi ya da uçtuk mu uçulduk mu?” gibi sorulara doğru ama dosdoğru cevaplar vererek test de edebiliriz.
Geçen hafta Ünye Hotel Grant Kuşçalı’da Yazar Ahmet Yenin “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” sözüne inanmadığını buyurdu. Sayın Ahmet Yenin’e göre “Yalancıların mumu hep yanmakta ve hiç sönmemekte” imiş. Üstadın haklı sebepleri de olsa, ben bu atasözünün doğru olduğuna inanıyorum. Nedeni çok basit.
Sayın Ahmet Yenin’de bu kanaatin oluşması bile sözün doğru olduğuna delildir. Söz konusu olan mumun yanması ve sönmesi değildir. Söz konusu olan uçmasını becerip, konmasını becerememe meselesidir. Eğer mum sönmemiş olsa bizlerde de böyle bir kanaat oluşmazdı. Ahmet Yenin’i yazmaya sevk eden, ya da tepkisini çeken durum parçalanma toptan yok olma meselesidir. Bu kadar karma karışık bir dünyada ve kararmış ruhlarda mum ışığından söz etmek mümkün değildir. Görünen hareketlilik, kuru kalabalıkların tsunamiden mal kaçırma hadisesidir. Buluşmak ümidiyle…
Bekir Akkaya
Yayın Tarihi : 7 Mart 2005 Pazartesi
Bekir Akkaya
Yayın Tarihi : 7 Mart 2005 Pazartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...