RUH GERÇEĞİ
Yazımızın ilk bölümünde maddenin en küçük yapısı olan atomdan söz etmiştik. Ve atomun da aslından bir boşluklardan oluştuğunu ve bir enerji topluluğu olduğunu söylemiştik. Bu nedenle de maddenin olmadığını ve var sandığımız ya da bizim bilme imkanımız olmayan tüm varlıkların bir enerjiden ibaret olduğunu ifade etmiştik.
Bu durumda şöyle bir soru sorulabilir. O halde tüm kainatı oluşturan enerji nasıl ortaya çıkmıştır? Bu sorunun cevabını verebilirsek sürecin küçük bir parçası olan ölüm gerçeğini de, ruh gerçeğini de kısa yoldan öğrenmiş olacağız. Sadece ölüm sonrasını değil, doğum öncesini de yakınan tanıyacağız.
Hiçbir dini kabul etmeyen modern fizik bilimcilerinin kısaca cevabı şöyle. “ Dünyamızı oluşturan her şey atomların parçacıklarından meydana gelmiştir. Madde
adını verdiğimiz her şey 15 milyar yıl önce, evrenin başlangıcında ortaya çıkmıştır. Şimdilik bu parçacıkları meydana getiren Big Bang’daki o muazzam enerji kaynağını bilmiyoruz”
Bizim sürekli gördüğümüz, farklı fiziksel, kimyasal ve biyokimyasal işlemlerle birbirinden ayrılıp tekrar birleşen aynı atomların farklı oluşumlarıdır. Termodinamiğin ilk kanununun söylemiş olduğu “Hiçbir şey yoktan var edilemez, varolan da yok edilemez” prensibi işte buna dayanır. Yani Kainat’ta hiçbir şey yeni değildir.
İşte modern fiziğin geldiği nokta burası. buradan ilersi de zannederim mümkün olmayacaktır. Çünkü bilim dinleri de yanına almadıkça, yani “vahyi” söylemlere de kulak kabartmadıkça evrenin yaratışını ya da var edeni öğrenemeyecektir.
Dikkat edilirse, sürekli enerjiden söz edenler yada bilim adına teori üretenler “ruh” sözünü ya da “yaratıcı” anlamına gelecek hiçbir kelimeyi kullanmamaktadırlar. Bu yüzdende insanlar, ruhsal yönlerini tatmin için dünyanın her yerinde bir şekilde
kendilerine doğru-yanlış bir ruhsal rehber bulma çabasına girmektedirler.
Tasavvufi inancının temel anlayışlarından biri, “Fizik Alemi” “Ruhsal Alem’in” bir yansımasıdır.” Tasavvufta dünya bir “Hayal Alemi”dir. Modern Fizikçilerin son buluşu olduğu ya da sözünü ettiği “enerji” aslında ruhsal alemin dünyadaki fizik aleminde bir yansımasıdır. Ruh ise enerji değil, özün özü varlığın kendisi hatta enerjinin de özüdür. Asıl varlık ise ruha hayat veren, ve tüm ruhları var eden yaratıcıdır. O birdir. Hiçbir ortağı da yoktur. Bütün ruhlar “O’ndan gelmiştir, ve O’na döndürülecektir. O halde ruh ölümsüzdür ve ölmesi de mümkün değildir. İnsan ise bedensel bir varlık olarak, yaratılmışlar içersinde en önemlidir. Beden ise dünyada bir kılıf, ruha giydirilmiş bir emanettir.
Dünyaya geliş sürecinden sonraki “ölüm ötesi” hayatı kavraya bilmek için ruhun yaratılış gerçeğini kaynağından, daha doğrusu vahyin parçası olan kutsal dinlerin ruhun yaratılma gerçeğini öğrenmek en doğru yoldur. Aksi takdirde ruha inanılsa da “bilim” kılıflı bilgilerle ruhun gerçeği bilgisine ulaşmak mümkün değildir.
Ruhun da ötesinde Asıl Yaratıcının, her türlü bilgi, düşünce, anlayış ve davranışları beden yaratılmadan önce dilediği gibi paylaştırarak ruhlara nakşetmiştir. Kainattaki tüm hayat ve hayatın tüm uzantıları ne eksik ve ne de fazla önceden planlanarak uygulamaya sokulmuştur. Alemlerin içersinde “Dünya Alemi” sadece bir zerre konumundadır. Mutlak irade, olan ve olacakları önceden planlamış ve dünyada ise bu süreç ölümle devam etmektedir. Ölüm ötesi hayatta bu sürecin devamından başka bir şey değildir.
Ölüm sonrası hayatın nasıllığını incelemeden önce “yaratıcı” kavramını da incelemek gerekir. Bu noktada her birimiz defalarca “Allah”ın varlığını ya ispata çalışmış, ya da Allah’ın varlığındaki kuşkularımız nedeniyle bir çok kaynağa başvurmuşuzdur. Kimimiz Allah’ın varlığını ispat için “ağaca, çekirdeğe, karpuza, bal peteğine yazılmış “Allah” lafzının yazılmış olmasının, Yaratıcının varlığının delili saymışızdır. Oysa bilimsel verilerle “Allah”ın ispatı mümkün değildir.
Nasipse bu yazı devam edecektir.
Buluşmak ümidiyle…
Bekir AKKAYA/Kumru
Yazımızın ilk bölümünde maddenin en küçük yapısı olan atomdan söz etmiştik. Ve atomun da aslından bir boşluklardan oluştuğunu ve bir enerji topluluğu olduğunu söylemiştik. Bu nedenle de maddenin olmadığını ve var sandığımız ya da bizim bilme imkanımız olmayan tüm varlıkların bir enerjiden ibaret olduğunu ifade etmiştik.
Bu durumda şöyle bir soru sorulabilir. O halde tüm kainatı oluşturan enerji nasıl ortaya çıkmıştır? Bu sorunun cevabını verebilirsek sürecin küçük bir parçası olan ölüm gerçeğini de, ruh gerçeğini de kısa yoldan öğrenmiş olacağız. Sadece ölüm sonrasını değil, doğum öncesini de yakınan tanıyacağız.
Hiçbir dini kabul etmeyen modern fizik bilimcilerinin kısaca cevabı şöyle. “ Dünyamızı oluşturan her şey atomların parçacıklarından meydana gelmiştir. Madde
adını verdiğimiz her şey 15 milyar yıl önce, evrenin başlangıcında ortaya çıkmıştır. Şimdilik bu parçacıkları meydana getiren Big Bang’daki o muazzam enerji kaynağını bilmiyoruz”
Bizim sürekli gördüğümüz, farklı fiziksel, kimyasal ve biyokimyasal işlemlerle birbirinden ayrılıp tekrar birleşen aynı atomların farklı oluşumlarıdır. Termodinamiğin ilk kanununun söylemiş olduğu “Hiçbir şey yoktan var edilemez, varolan da yok edilemez” prensibi işte buna dayanır. Yani Kainat’ta hiçbir şey yeni değildir.
İşte modern fiziğin geldiği nokta burası. buradan ilersi de zannederim mümkün olmayacaktır. Çünkü bilim dinleri de yanına almadıkça, yani “vahyi” söylemlere de kulak kabartmadıkça evrenin yaratışını ya da var edeni öğrenemeyecektir.
Dikkat edilirse, sürekli enerjiden söz edenler yada bilim adına teori üretenler “ruh” sözünü ya da “yaratıcı” anlamına gelecek hiçbir kelimeyi kullanmamaktadırlar. Bu yüzdende insanlar, ruhsal yönlerini tatmin için dünyanın her yerinde bir şekilde
kendilerine doğru-yanlış bir ruhsal rehber bulma çabasına girmektedirler.
Tasavvufi inancının temel anlayışlarından biri, “Fizik Alemi” “Ruhsal Alem’in” bir yansımasıdır.” Tasavvufta dünya bir “Hayal Alemi”dir. Modern Fizikçilerin son buluşu olduğu ya da sözünü ettiği “enerji” aslında ruhsal alemin dünyadaki fizik aleminde bir yansımasıdır. Ruh ise enerji değil, özün özü varlığın kendisi hatta enerjinin de özüdür. Asıl varlık ise ruha hayat veren, ve tüm ruhları var eden yaratıcıdır. O birdir. Hiçbir ortağı da yoktur. Bütün ruhlar “O’ndan gelmiştir, ve O’na döndürülecektir. O halde ruh ölümsüzdür ve ölmesi de mümkün değildir. İnsan ise bedensel bir varlık olarak, yaratılmışlar içersinde en önemlidir. Beden ise dünyada bir kılıf, ruha giydirilmiş bir emanettir.
Dünyaya geliş sürecinden sonraki “ölüm ötesi” hayatı kavraya bilmek için ruhun yaratılış gerçeğini kaynağından, daha doğrusu vahyin parçası olan kutsal dinlerin ruhun yaratılma gerçeğini öğrenmek en doğru yoldur. Aksi takdirde ruha inanılsa da “bilim” kılıflı bilgilerle ruhun gerçeği bilgisine ulaşmak mümkün değildir.
Ruhun da ötesinde Asıl Yaratıcının, her türlü bilgi, düşünce, anlayış ve davranışları beden yaratılmadan önce dilediği gibi paylaştırarak ruhlara nakşetmiştir. Kainattaki tüm hayat ve hayatın tüm uzantıları ne eksik ve ne de fazla önceden planlanarak uygulamaya sokulmuştur. Alemlerin içersinde “Dünya Alemi” sadece bir zerre konumundadır. Mutlak irade, olan ve olacakları önceden planlamış ve dünyada ise bu süreç ölümle devam etmektedir. Ölüm ötesi hayatta bu sürecin devamından başka bir şey değildir.
Ölüm sonrası hayatın nasıllığını incelemeden önce “yaratıcı” kavramını da incelemek gerekir. Bu noktada her birimiz defalarca “Allah”ın varlığını ya ispata çalışmış, ya da Allah’ın varlığındaki kuşkularımız nedeniyle bir çok kaynağa başvurmuşuzdur. Kimimiz Allah’ın varlığını ispat için “ağaca, çekirdeğe, karpuza, bal peteğine yazılmış “Allah” lafzının yazılmış olmasının, Yaratıcının varlığının delili saymışızdır. Oysa bilimsel verilerle “Allah”ın ispatı mümkün değildir.
Nasipse bu yazı devam edecektir.
Buluşmak ümidiyle…
Bekir AKKAYA/Kumru
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...