TAKDIM Imâm-i Rabbanî Hazretleri, “talebe, ruhunda ilmin mayasini tutturmaya bakmalidir, yoksa ezbere ilimle birsey olmaz; zaten ilmin gayesi de o mayayi tutturmaktir!” buyurur... Fransizlarin kultur tarifi malûm:- “Kultur, bircok sey bildikten ve onlari unuttuktan sonra, kalan bilebilme hassasidir!”
Anlasiliyor ki, irfan-kultur, “bilebilme hassasina âit bilgi”, bilginin diger cesidini de kendine bagliyor: Bir seyin nerede aranacagini bilme ve ne aradigini bilme... Meselâ, bir hâkim ve avukat, gelmis gecmis butun kanunlari ezberlemis insan degildir. Bir cerrah da, ameliyathâneye bu bilebilme-yapabilme hassasiyla girer; ve gerektiginde nereye muracaat edecegini bilerek. Baska bir misâlle: Ameliyathânedeki âletleri hademe de tanir ama,
ameliyati yapan cerrahtir.
·
Allah Resûlu, “iki garib sey vardir” buyuruyor; biri, sefih kimseden cikan “hikmet sozu” ki, onu kabul edin. Digeri, hakîm olan adamin “sefih sozu” ki, onu affedin. Zirâ, hicbir hakîm yoktur ki, ayagi surcmesin; ve hicbir hakîm yoktur ki, tecrube sahibi olmasin.
·
Insanda, bilen ve idrak eden meleke, “ruh”tur... Imâm-i Gazâlî Hazretleri de, “seriat, zâhirî bir akildir; akil da dahilî bir seriat” diyor; ayni zamanda “ruh” anlamina gelen bu akil, selim akil, “sefih kimseden cikan hikmet sozu”nun nicin “garip sey” oldugunu gosteriyor, cunku asli-astari Islâm’in... Hakîm olan adamin sefih sozune gelince; bundaki garibligin de, seriat’in zâhirî bir akil ve akilin da dahilî bir seriat olmasina âit hakikate uygunsuzlugundan ileri geldigi belli.
·
“Sefih” ve “hakîm” nitelemesi boyunca cesitli mânâlar cikabilecegi icin, hadîs’in mânâlandirilmasini tahdidî olarak almadigimi, eserin niteligiyle ilgili yonden uzerinde durdugumu belirtmeliyim... Ayni hadîs cercevesinde uzerinde durulmasi gereken husus, “tecrube”... Bati felsefesinden once, Islâm’da, Islâmca ifâde edilmis:
- “Ser’î, istidlâlî ve nazarî ilimlerden maksat, dindeki gizliliklerin acik edilmesidir. Icmâl yollu olan marifeti tafsile getirmek ve nazariyattan zaruriyata cikarmak; butun maksat da o!”
Istidlâl: Tecrube ve musahedeye dayanan butun ilimler, bu siniflamada. Zihnin, eserden muessire ve muessirden esere intikali. “Tumdengelim” ve “tumevarim” davasi, kritigi... Kant’in, “Teorik aklin kritigi” ve “Pratik aklin kritigi” malûm; zaten onun sisteminin asli, bu “kritik-tenkid” suuru, bunun sistemlestirilmesi. Bastan beri anlattiklarimizdan anlasiliyor ki, idrak-farkinda olus, kendi varligimizin isbati hâlinde, varligin bir “kritigi-tenkidi”, bir “tecrubesi-pratigi”dir... Pratik, malûm, “amelî” demek; ise donuk. Bu mânâda, yerine ve mevzuuna gore, “teori” ve “sistem” kavramlarini da kapsar.
·
Hakîm: Varligin hakikatine vakif olan, hikmetle muttasif-vasiflanmis... Kul plâninda mutlak hakîm, Allah Sevgilisi’dir. Dahilî ve haricî seriat, “Allah’in ahlâkiyla ahlâklaniniz!” olcusune milimi milimine uygun sekilde, dindeki gizliliklerin acik edilmesi olarak O’nda; O’nun sunnet ve hadîsleri... Kur’ân’da, “Allah ona Kur’ân’i ogretti” buyuruluyor; demek ki, sunnet ve hadîsler, Allah’in ogrettigi bu tecrubeyi gosteriyor. Malûm; Peygamberlere “hata” isnad edilmez, “zelle” tâbir edilir; surcme... Bu surcme de, yine bir hikmete mebnidir: Ayni, hurmalarin asilanmasi mevzuunda –diger eserlerimizde yeri geldikce yazdik!-, yanilmasi ve “siz dunya islerini benden daha iyi bilirsiniz!” buyurmasi gibi; ve gosterdik ki, soz konusu hadîs’te, “tecrube” ve “fayda” uyariliyor.
·
Varligin hakikatine muttasif hakîm; beserdir, sasar... Vahy ve ilham farki gibi. Ama “asil” saglam olunca, onun asla nisbetle araz kalan sefih sozu, tek bir cevhere ircâ olunan yerde, “yanlisi bile dogruya vesile” bir mânâ ifâde eder; nasil ki âyette meâlen, “Allah onlarin kotu amellerini iyilige tebdil eder” buyurulmustur. Nasil ki, ruyâ tâbiri hususunda Allah Resûlu, Hazret-i Ebubekir icin “bazen isabet eder, bazen hata eder; ama ihlâsindan dolayi Allah, onun yanlisini da dogruya cevirir!” buyurmustur. “Tecrube”ye dair, bâtinî, fikrî, ilmî ve teknik ne varsa, hepsi ayni hadîsin mânâsindan suzulebilir; o bir ircâ vahididir. Kezâ, ezbere bilgi ile, yapabilmek-tecrube sahibi olmak arasindaki fark; gûya mevzuunda cok sey biliyor ama, onune onunla ilgili bir mesele gelince aval aval bakiyor. Anladiniz; hakîm, tecrube sahibi olan, irfan sahibi olandir. Tecrube’de yanilma, suna benzer: Vucudumun ihtiyaci hâlinde birsey istiyorum... Elma yedim, degil, armut degil; tamam, marul... “Aradiginin ne oldugunu bilmezsen, buldugunun da ne oldugunu bilemezsin!” meselesi.
·
Bizim, dunyayi nakislandirma meselesi olarak, marifet ve tecrube alanimiz belli: Islâm tasavvufu ve Bati tefekkuru kanatlari arasinda, ikinciyi, birinciye ircâ... Seffah: Guzel konusan, hatib. Kan dokucu, gaddar... Tek basina guzellik, yaniltici olabilir; bu yuzden, “dogrunun olmadigi yerde guzel de yoktur!”... Mânâda “kan dokucu” olanlar, Allah’a giden yolu kesenlerdir; Islâm’dan gayri ne varsa... Neticede, sefihin, onda “garib sey” olarak duran “hikmet sozu”nu aliyoruz!
·
Allah Sevgilisi, “din edebtir!” buyuruyor; edeb, kendini belirten kaidelere uymaktir. Hazret-i Ali, o ilim beldesinin kapisi, “edeb, aklin suretidir!” diyor; insan aksiyonunu one alici bir bakisla, dahilî seriati gosteren aklî-ruhîligin, hadlere riayetini belirten kaideler ve kurallar... Kural ve kaidelerle ifâdeli edebin, akla nisbet “suret” olusu bu.
·
Kaide: Ilgilenilen her turlu mevzu ve nesnelestirme faaliyetinde, yonelinen mevzu ve nesne kadar, yonelise âit olcu ve olculendirmelerin, kisaca “muhakeme usûlu prensipleri”nin de “ilgilenilen” uzerinde gorunmesi gerekir; aslina bakarsaniz, her yonelinen meselede o meseleye dair “irfan kivami” buradan baslar ve bu kalite dustukce, is kabak cekirdegi idrakine kadar iner. “Neyi dusunuyorum”la birlikte, evvelâ “nasil dusunuyorum?” ve “nicin oyle dusunuyorum?” davasi... Bizzat bunu mevzu edindigim eser malûm: IBDA DIYALEKTIGI-Kurtulus Yolu... “Kendinden zuhur” ve “gerektigi yerde gerekeni yapma” esasinin, ilgili mevzulari ile islenisi. Islâm tefekkuru ve ezbere soydan olmayan Islâm Fikhi’na âit usûl ilimlerini, sozkonusu kaideye gore de gorun. Bati’da ise, “felsefenin ilkeleri” edebiyatina dair tumen tumen... Bu eser de, IBDA’nin butun eserleri gibi, o iz uzerinde.
·
Edebin asli da, esasi da, mensei de Islâm’da... Tâ bastan, bildirileni bildigimizden alalim: Allah, yeryuzunde insani yaratacagini soyledigi zaman, melekler “Yarabbi, yeryuzunde kan dokucu ve fesad cikarici kulunu mu halkedeceksin?” dediler. Bunun uzerine Allah, “Ben sizin bilmediginizi de bilenim” buyurdu... Daha once belirttik: Sefih ve seffah, “fesat cikaran, kan dokucu gaddar ve guzel konusan” mânâlarini da kapsar; ve is, bildirilen olcuden alininca, Allah Resûlu’nun “iki garib sey vardir” buyurduklari hadîs’teki “sefih kimse”den kasdi gorunur. En basta Islâm disi, sonra sapik kollar, ardindan dereceler; neticede, asil kan dokucu olanlar, mânâda, kendini ve sair insanlari Allah yolundan soyle veya boyle engelleyenlerdir... Hikmet, asliyla Islâmindir; onu gariblikten kurtarmak da bizzat edebin geregi.
·
Fayda ve tecrube, hem icice, hem yanyana kavramlar; ikisi de, “kablî-pesin fikirle” ise baslar... Butun varoluscu felsefeler bu soydan; pratik, pragmatik... Tecrube, “kritik-elestiri-tenkid” suuru... “Deneme-yanilma” usûlu dedikleri de, tecrube usûlune dair... Darwin bile kendi “tekâmul nazariyesi”nin ibtâlini gosteren su sozu soyler:
- “Garib ama, gercek; insanda ilk tesekkul eden suur, tenkid suurudur!”
Yâni, degerlendirme; olcme, bicme, tartma, nasil ve niciniyle anlama, elestirme, suzme, tasarrufuna alma... Burada bir hususu da belirtelim: Umumiyetle tenkid, tahlil isi sanilmaktadir, oysa tahlil, isin bir yanidir. Bati’da bizzat “tenkidi sistemlestirmis” Kant’in dedigi gibi, “tahlil, yeni fikirler vermez; yeni fikir getiren, terkibî hukumlerdir...” Ustadim’in bana, “terkibci olun!” demesi ve asli Imâm-i Rabbanî Hazretlerine âit hikmet:
- “Ilim, iki seyin arasini kendini kaybedecek derecede birlestirmektir ki, kiymetliye intikal ederse, tefekkur adini alir!”
Kant’in “terkibî bilgi”yi tarifi de aynen boyle... Hegel, felsefeyi, butun gecmis felsefelerin, icinde bulundugu zamanin elestirisi olarak gorur; yeni bu... Kant, dogrudan dogruya “herseyi anlayisimizin varligini”, akli mevzu ediniyor; Hegel, ruhun gerceklesmesi hâlinde “esya ve hâdise nizâminda olani anlamanin” ve seyrinin metot ve diyalektigini-ilkelerini ortaya koyar, bunu misâllendirir... Bu iki isim vesilesiyle de gorunuyor ki, is, “hosuma gitti aldim, icimden gecti aldim!” corbaciliginda degil; insanin hosuna giden ve icinden gecen, her zaman “hos ve dogru” olmaz... “Her gordugu sakalliyi dedesi sanma” durumlarina dusulmesi de bundan dolayi... Kisaca: Bir yanda eser, obur yanda “eser uzerine dusunce-siar ve ilkelendirme” bir arada olacak. Tasarrufuna alma boyle olur!
·
“Felsefenin, ilimler icindeki yeri nedir, sahasi nedir?” sorulari etrafinda, mesele suraya oturtulmustur:
- “Felsefe, insan kafasinin hicbir ilim veya deger icinde yapamadigi bir seyi yapar; yasanmis, tahlil edilmis hersey uzerinde elestirici dusunce, kritik... Boyle olunca, onun alani anlasilir: Gercekte veya insan eliyle yapilmis olarak varolan hersey uzerinde, -teknik, sanat, ahlâk!-, insan kafasinin bunlar hakkindaki akil yurutmeleri uzerinde, tahlilci ve tenkidci dusunce; varolan seyleri elestirme ve kendi tarafindan ibarettir!”
Bu cercevede, “felsefe” yerine, “hikemiyât”i koymak, boyle anlamak kâfi!
·
Mevzuunun hakikatine vakif ve hâkim her ilim ve fikir adami, o hususa mahsus hakîmdir... Bu meseleyi de belirttikten sonra, gelelim “iki ilmin birlestirilmesine” dair guzel bir misâle, Divan edebiyati sâirlerinden Haletî’nin bir beyitine... Kisa bilgi: “17 asir ileri gelenleri icinde Haletî kadar kitab okuyan, bilgisini arttirmaya calisan, butun fenleri kendisinde toplamis bir zât gorulmemistir. Asrinda ilmin reisligi kendisine âit olmustur”... Onun beyti:
- Bilmeyen der ruhu yok bir cisme meyl etmek neden
Cân verurdu suret-i Sirin’e ama Kûhken
(Bilmeyen der, ruhu yok bir cisme meyl etmek neden
Can verirdi suret-i Sirin’e ama Dagyaran-Ferhad!-)
“Samirî’nin okuzu” bahsinde, o okuz heykelinin bogurmesiyle alâkali, Muhiddin-i Arabî Hazretleri, bilmeden Cibril Aleyhisselâm’in ayak bastigi topragin da heykele karistirilmasiyla ilgili olarak, “ruh neyle ilgilenirse onu canli kilar ve esyaya yayilan bu ruha NASUT derler!” der:
- “Allah, hayvani, insanin teshirine sunmustur; insan icin, hayvanlarin hayati uzerinde tasarruf kuvveti vermistir. Hayvan seklinde yapilmis olan heykelin, elbette asli hayvan cinsinden degildir. Su hâlde hayvandan daha elverislidir; cunku bu, irâde sahibi hayvandan baskadir ve bu yuzden kendisini tasarruf eden kimsenin hukmu ile hareket eder. Halbuki hayvanda, kasit ve irâde vardir ve bazen kendisinde tasarruf eden kimseye karsi mukavemet eder.”
Nasut, “insanlik, insanlar ve onlarla alâkali seyler, insanliga dair” anlamlarinda bir kelime... Nast: Sukût. Dinlemek icin susmak... Neticede, dinleyen.
Mudahil insan: Elektronlarin ayni ânda, hem dalga ve hem parcacik olmalari, garib bir sekilde etrafindaki degisimlere gore dalga ve parcacik olarak davranmalari... Bu husus, musahede ve tecrube eden kisinin de hâdisenin icinde ister istemez “katilimci” rolu ve tesirinin gorulmesidir ki, klâsIk musahede ve tecrube anlayisinin disinda neticelere varir... Bu hususta meshur tecrube, kafese konulan kedi tecrubesidir ve “Schrondinger’in Kedisi” diye anilir. (Sefine isimli eserimize bakiniz.)
Saniyorum, gozlerde “Ferhad ile Sirin” hikâyesinin rengi degisti; Sirin’in daga, sembol dagin da teshire mevzu olmasindan baslayarak... Sirin, dagin sembolu, dag ise mânânin-teshirin sureti!
·
Allah Resûlu, “Allah’i gorur gibi ona ibadet et!” buyurmustur... Su bilinmelidir ki, “berzah” denilen yer, “Emr âlemi”ndendir. Allah’in iki hukmunu birbirinden ayiran bir emir yeridir. Bu yer ve emir, katiyyen taraf ilzam etmez (tutmaz), gunes ve golgeyi ayiran mani sebeb gibidir... Allah der ki, “Meracel... Lâ yebgiyan”... Bu son kelimeden maksat, “bu denizin sulari birbirine karismaz” demektir. Burada hissin bunlari ayirmaktan âciz kalmasidir. (Aczin idraki, hayret)... Akil ise, bunlarin birbirleriyle karismalarinin, aradaki bir manianin mevcudiyetinden ileri geldigini kabul eder... Kisaca, burada ruh’un – suur’un, “faruk” vasfi, farkeden ve tefrik eden vasfi anlasiliyor; yâni “berzah”in.
·
Ruh, “Vacib-ul Vucud: Zorunlu Varlik” âlemiyle, imkân âlemi arasinda berzahtir. Bu bakimdan ruh, iki mânâ arzediyor. Renk, sekil ve benzerlikler âlemine gore, onlarin ustu ve onlardan munezzeh; mutlak sekilsizlik ve benzersizlik âlemine gore de, renk, sekil ve benzerligin tâ kendisi... Ruh’un iki âlem arasinda berzah olusu, yaratilisindaki asliyet bakimindandir. Ama o, unsurlardan murekkeb bedene ilisince, berzah âleminden cikmis ve madde âlemine inmistir. Boylece, kendisi icin sekilsizlik ve benzersizlik, ortulu kalmistir. (Ruh’a nisbetle, onu gercekleyen ruhîlik meselesi.)... Allah’in inayeti yetisip, ruh seferini tamamlayarak –yâni ruhîlik seferi!-, “uruc-yukselme” gerceklesecek olursa, menzilleri asar ve bedene ilismesinden murad olan gayeye erisir, en buyuk safa icinde aslî vatanina doner. Berzah olma makamini da bulur... “Kisi, mevzuunu bulamaz ki, ben desin!” makami...
·
Saniyorum, “berzah” makaminda, “butun dallarin birlestigi kok” mânâsi anlasildi... Zâhirî ve dahilî seriat’in, huvesi huvesine uygunlugu; marifetin, gayesi ve hakikati de... Isi, toprak seviyeli insan ve toplum meselelerinin halline dair suur ve mevzuu olarak degerlendirirsek; dunyada “fark ve tefrik” ederek, tecrube ederek (hayat bu!), bilerek veya bilmeyerek bir berzah’tan geciyoruz. Buna, makam anlamindaki “berzah”a nisbetle, dunyanin mânâsina uygun, “mecazî berzah” da diyebiliriz; “acz idraki”nin, mecazinin yasandigi isler. Bunun dogrusu, isin daima “ust dil-ust diyalektik-ust mânâ”yi gerektiren yerlerde, ircâ vahidlerinin topluluga dogru olmasinda; toplulugun hakikatine... O zamandir ki marifet, marifetin hakikatinden olur ve yanilmalar da, Allah Resûlu’nun buyurdugu “hosgorulmesi gereken”lere girer.
·
Kultur-irfan mevzuunda soylenenler dikkate alinarak: Bu eser, “berzah”i, insan ve toplum meselelerinin halli sadedinde, onlarin ircâ edilecegi bir tefekkur ve yekûn vahidi olarak ele aliyor... Bir yonuyle marifetname, diger yonuyle “daha gevsek” iliskileri de veren, bir ansIklopedi... Gerek mevzuun niteligi ve gerekse sonsuz genisligi bakimindan, bir cekirdek hukmunde; ve yine ayni sebeblere nazaran, fasillandirilmalari da zor... Bunu, bir fasildaki mevzuun diger fasillara da âit olabilecegi yonunden soyluyorum.
·
Toplam olarak: Bu eser, bir bakima “el kitabi” olabilir, bir bakima da gerektikce bakilan, muracaat edilen!
ICINDEKILER
Takdim
1. LEVHA ÂLEMDE INSAN
Vucud ve Hayat
Yildiz-Cocuk
Merac-el Bahrayn
Allah ve Âlem
Ratk ve Fatk
Bir Levha
Bir Haber
Hayatiyat-Biyoloji
Beyin Hologram-Ruhîlik
Ide-Berzah
Kust-Berzah
Insanî Hakikatin Perdeleri
2. LEVHA RUHA DAIR
Furkan’in Takdimi
Âyetler
Ruh Ne’dir
3. LEVHA SUUR-BERZAH
Hep-Ben: Hep Ben
Dusunmeye Baslamak
Ruh-Beden-Suur
Ruh ve Akil
Imân ve Ilim
Seriat-Akil-Basiret
“Ben”- Emreden
Dusunce Zâhir Olmadir
Irade Meselesi
Naka-i Salih – Asâ-yi Mûsâ
4. LEVHA DIL-SUBHE
Akil-Fiil-Dil
Perde-Korku-Kelâm
Subhe-Berzah
5. LEVHA BERZAH-SEKIL
Berzah
Berzah-Basiret
Sekil ve Madde
Sekil-Fikir
6. LEVHA HIC-HEP
Dehr ve Zaman
Zamansiz Suur
Ruyâ Ilmi
“Hic” Nedir?
Kaynak: http://www.akademya.up.to/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayfamızda yazmak ve paylaşmak isteyeler
kumruhaber@gmail.com bildirebilir...